top of page

GÜNAHKAR

Güncelleme tarihi: 4 Eki


Günahkar


Kış bitirecek bizi.  İnce belli çay bardağını aldı ve kısa bir yudum aldı. Bardağı bıraktıktan sonra elini aralarına beyazlar girmiş bıyıklarına götürdü ve gezdirdi. Yerde oturduğu minder üzerinde gözlerini önüne dikmiş, karşısındakiyle konuşuyordu. Saçlarındaki aklar gözle rahat görülmeye başlamış, yüzündeki çizgiler artık teslim olmuştu hayatın keskin virajlarına. Kısadan bir iç çekip konuşmaya devam etti


.- Şu kurt. Telef ediyor hayvanları. İmansızın nasıl geldiğini de bilmez olduk. Nereyi kapatsak, nereyi düzlesek giriyor işte arkadaş!


- Ne kurdu dayı?


 Az ilerisinde oturan genç bir adam kaşını kaldırdı. Bembeyaz bir yüzü ve koyu saçları vardı. Simsiyah gözleri mütemadiyen bir öfkeyi sarıp saklar gibi bakıyordu. Saçları alnına düşüyor, soluk dudakları arasından dişleri görünüyordu. Uzunca boylu ve iri yarı bir adamdı. Uzun parmaklarını halının üzerinde gezdirirken duyduklarıyla birlikte durdu. Endişelendiği ve meraklandığı besbelliydi. Yaşlıca adam başını kaldırdı ve genç olana baktı:


- Geceleyin kurdun biri iniyor köye. Körolasıca! Kaz mıdır, tavuk mudur ne bulsa koparıp kafasını gidiyor. Bıktık vallahi. Köylü de usandı oğul. Çaresini de bulamaz olduk.


Rüzgar çığlık çığlığa etrafı inletirken bir kısmı pencerelere sarılıyor, yalvarırcasına yapışıp bırakmıyordu. Kar her yanı kaplamış, gökyüzünün aksine yerlere ak ak serilmişti. Yanan odun sobası soğuğa sitem ediyor, odunlarını çatırdatıp gürlüyordu. Genç adam içerisinin sıcaklığından mayışmış, arkasındaki duvara yaslanmıştı. Yaşlıca adam seslendi:


- Sen yat gayrı Alp’im. Geç oldu. Lüzum yok keyif kaçırmaya. Geldiği gibi gider herhal…


- Gider Mehmet Dayı, gider.


  Aradan gün geçti. Gün hafta, hafta ay oluverdi. Kurt köyden gitmedi. Her hafta başka bir kadını, kah elinde başsız tavuk, kah kaz, kah tavşanla görmeye devam etti Alp. Pek sinir oluyordu bu meçhul yırtıcıya. Köyüne zarar verilmesi kanına dokunuyordu. Bir gün canına tak etti ve iki göz odası olan evinin, tarlaya bakan kısmındaki kapıyı açtı. Kapının arkasındaki tek vuruşluğu aldı, sırtına geçirdi. Gündüz vakitleri olmasına rağmen hava kapalı ve pek de ışık değildi. Kar tüm insafsızlığıyla bastırıyor, bulutlar kin döküyordu. Poyraz bir mavzer çığlığı patlatıyor, Alp’in saçlarına düşen karı döküyordu. Simsiyah bir paltoya bürünmüş, atkısını ağzına kadar çekmişti. Çizmeleri karı hışımla çiğniyor, ellerinin birini sırtındaki ipi tutmak için kullanırken diğerini paltosunun düğmeleri arasından geçirip göğüs cebinde tutuyordu. Kara kaşlarını çatarak bembeyaz dağa yalnız başına gezen bir gölge gibi çıkmaya başladı. Kirpikleri üzerindeki kar birikiyor, nefesi dile geliyordu.


  Ormanın binbir çeşit hayvanı türkülerine devam ediyordu yine. Bir ceylan ağlıyor, sincaplar oynaşıyor,  karganın teki bülbül seyrediyor, herkes kader tablosunun en ufak ayrıntısını boyuyordu. Alp etrafına bakınıp yürürken tabloya korku sıçradı. Haşin bir ulumayla tüm ses kesildi. Serice sırtındaki tüfeği yanağına dayadı. Tam karşısında üç dört çam ağacı bir mağaranın önünü kapatıyor, gövdeler arasından içerisi az buz görünüyordu. Yüreği hızlanmış ve nefesi durma raddesine gelmişti. İçinde bulunduğu sessizlik içine müthiş bir tedirginlik veriyor ve soğuk ellerini tutup sarmalıyordu. Mağara ağzından boz bir kurdun kafası görününce Alp’in ağzı aralandı. İnce soluk dudakları soğuktan kaskatı kesilmiş, kenarları çatlamıştı. Soluduğu her nefes beraberinde hırlamalar getiriyor ve etrafa buhar salıyordu. Elleri sallanıyor ve hedef inanılmaz bir hızla değişip duruyordu. Kurt birkaç adım ilerleyince sonunda tetiği çekti. Başından vurulan kurt yan tarafına doğru yere yığıldı. Üç beş kuş silahın sesiyle birlikte ağaçların tepelerinden kaçıştı. Ağzından ve başından akıp karlara dağılan kan  yerleri kırmızıya boyadı. Kurt hırıltılar çıkarıyor, göğsünü can havliyle kaldırıp indiriyor derken birkaç dakikalık can harbinden sonra yenilgiye uğradı. Alp, kurdu öldürdüğünü anlayınca sevinçle hayvanın yanına gitti ve cebinden çıkardığı çakıyla kurdun başını aldı.


- Bak emmi bak! Daha inmezler gayrı köye. Nasıl da hallettim gavurun hayvanını!Epey yaşlı bir adam oturduğu iskemleden birden kalktı. Gencin elinde tuttuğunu görünce sordu.


- De bakayım sen, nereden buldun bunu?


- Dolaşayım dedim dağda. Bir inin içinden çıktı, vuruverdim. Kalanını da bıraktım ki korksunlar, inmesinler köye. İnecek olurlarsa geri kalanını da dizerim kurşuna.  İhtiyar kaşlarını çattı. Bir eliyle belini doğrulttuktan sonra Alp’in göğsüne hafifçe vurdu.


- Ulan deli! Hiç kurdun ininden kurt vurulur mu? Hiç muhakemen yok mu senin, kurt kendine yapılanı unutmaz. İntikamcı hayvandır. Üstüne pek de akıllıdır. Bir haberi olursa senden salmaz peşini. Sen hesabını vermeden de kurtulamazsın bu hayvandan.  


Alp kaşlarını çatıp sert bir sesle cevap verdi. Sinirlendiği gözlerinden belli oluyordu.


- Beni mi kıstıracakmış emmi? Birini vurdum, ötekini de vururum. Her birinin kafasını ezerim gerekirse, elimi esirgeyecek değilim. Peşimi bırakmayacakmış, peh! Haydi sana uğurlar olsun.


  İki ay kadar geçti. Köye inen kurt olmamıştı. Alp bir harp kazanmışçasına kendisi ile büyük gurur duyuyor, köydekiler de vurduğu kurt için ona minnettarlık duyuyordu. Bir akşamüzeri nehrin kenarında bir kütük üzerine oturmuş, elindeki çakıyla ağaç dalını yontuyordu. Nehrin karşı tarafı dağ idi. Çam ağaçları birbiri ardına sıralanmış ve dağın soğuktan üşümemesini amaçlar gibi üzerini kaplamışlardı. Kalın gövdelerinden birkaç tanesi art arda gelince arkaları zar zor görünüyordu. Soğuk hava ciğerleri yırtıyor ve nefes almayı alabildiğine güçleştiriyordu. Kimi kedi donarak uykuya dalıyor kimi kuş patırdayıp karlara gömülüyordu. Çakıyı bir kez daha daldan aşağı indirdi ve bıçak baş parmağına saplandı. İstemsiz bir bağırış bıraktı ve bıçağı parmağından çıkardı. Bağırmasından sonra ileriden gelen bir uluma sesini duydu. Daha önce dağda duyduğundan çok daha boğuk ve uzun bir sesti. Kaşlarını çatarak ileri baktı ve dudaklarını ısırdı. Sonradan parmağında duyduğu keskin sızı ile irkildi ve kendi kendi mırıldanarak kalktı.


- Hay Allah kahretsin hepinizi!


Elinin kanını üzerine silerek kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Nehrin kenarından uzaklaştıkça boğuk uluma sesleri duydu.


Üç sene sonra yine köyün meydan kısmına yakın bir çeşme başında küçük bir çocukla oyun oynarken oğlanın ablası da genç adamı izliyordu. Alp oturduğu yerden çocukla konuşuyor, çocuk da iki üç oyuncakla toprağı eşeliyordu. Kısa saçlı ve esmer yüzlü bir oğlan çocuğu, üzerine kırmızı bir hırka geçirmiş ve koyu mavi bir bere takmıştı. Oyuncaklardan hevesini yitirmiş olacak ki gözü Alp’e takıldı. Adamın ellerini tuttu ve yukarı kaldırdı.


- Ne kadar güçlü ellerin var! Silah kullanmayı biliyor musun? 


Çocuk bir yandan adamın parmaklarıyla oynarken adam da bu soruya cevap düşünecek vakit buldu. Gözlerini kendi ellerinden ayırmadan kısık sesle konuştu.-


Bir kurt vurdum. Çocuk durdu. Adamın ellerini bırakmadan ona doğru baktı ve biraz bekledi.-


Ben kurdun ailesi olsaydım sana çok kızardım.   Alp böyle bir cümleyi duymayı aklının ucundan dahi geçirmemişti. Bunca zaman övündüğü bir duruma başka birinin cürüm edasıyla yaklaşması onu hayretler ve üzüntüler içerisinde bıraktı. Kaşları çatıldı ve dudakları hafif aralandı. Kısadan bir iç çekti ve gözlerini ileriye doğru attı. Kendilerini izleyen genç kızı görünce daha da utandı kendisinden. Seviyordu Feride’yi. Ellerinin içinde oyun oynayan çocuk veya henüz teni tene değmemiş bir kız kadar günahsızların içerisinde gölge gibi gördü kendini. Onun yanına layık göremedi benliğini. Onca zaman kendisini bu kadar kudretli ve sert bir adam olarak görmesine veya öyle zannetmesine rağmen tek bir çocuk cümlesine ne kadar yaralandığını en derininden hissetti. Olduğu kişiden ve işlediği amellerden dolayı o an tasvirsiz bir utanç duydu ve müthiş bir acı çekti. Çocuk ellerini ondan çekti.


- Kötü biri misin yani sen?


O an rüzgar hep estiğinden sert esti. Alınacak nefes her zamankinden daha da azdı. Uçsuz bucaksız dağlar ve ovalar o an ona dar geldi. Üç yıl önce vurduğu kurt ve kırmızıya boyadığı her kar tanesi tek tek hesap sordu orada ondan. Neden can almıştı? İşlediği suçun lekesi üzerine yapışmıştı ve çıkmayacaktı.


Gözünde kendisini bu kadar küçülttükten sonra aslında dünyanın da sandığı kadar büyük olmadığını anladı. Hiçbir şeyin sanıldığı ya da göründüğü gibi olmadığını, küçük bir kabahatin büyük bile bazı insanlar için büyük bir önem arz ettiğini anladı. O günün akşamı, o hırçın ulumayı duydu, ve üç sene önce yaptıklarının aynısını yaptı. Yüreği öfke ve hayal kırıklığıyla dolup taşmış, sırtında tüfeği ve ceplerinde suçu ile tekrar aynı karlı yolu tırmanmaya başladı. Kargalar delicesine bağırıyor, rüzgar ağaç dallarını vicdansızca sallıyor, poyraz bir bıçak gibi kesip geçiyordu her tarafı.

Bir hışımla çizmeleriyle karlı zemini dövüyor, sinirinden kesik kesik soluklarla tepeyi çıkıyordu. Daha evvel hiç gelmediği bir kısma gelmiş, etrafını tanımaz olmuştu. O andır ki ormanın birbirine karışmış uğultu ve çığlıkları sustu, sadece Alp’in nefes sesleri kendisini göstermeye başladı. Tüfeğini indirmişti ki, sırtında korkunç bir acıyla çığlık attı. Çabucak sırt üstü döndüğünde göğsünün üzerine keskin pençelerini yerleştirmiş simsiyah kürklü bir kurt duruyordu. Kurt başını öne eğip kan kokan dişlerini adama gösterdi. Adeta korku ve vahşetin birleşip oluşturduğu bu çehreyi gördüğü an aklı başından gitti ve tüm ormanın duyacağı bir sesle bağırdı


- Katil!


Hayvana söylediği bu söz üzerine göğsünden bir ok geçermiş gibi oldu. Soluğu boğazından geçmedi ve iradesi bile olmayan bu kurda yapıştırdığı pis sıfatın kendisine ne kadar da uygun olduğunu gördü. Kendisi işlemiş olduğu suçu unutmuş, bununla seneler boyu övünüp göğüs kabartmış, ve bunun bir kabahat olduğunu unutmuştu. Bir can almıştı ve o bundan mutluluk duymuştu. Fakat şimdi, unutmayan bu hayvan ondan intikamını almaya gelmişti. Benliğinden müthiş bir utanç duydu ve direnmeyi kesti. Kurt keskin dişlerini adamın boğazına geçirdi ve öldüğünü anlayıncaya kadar öyle kaldı. Daha sonra çenesini serbest bıraktı ve geride bıraktığı eserini bir süre izledi. Ve yüksek, karlı ve sert dağların yamaçlarından birinde bir kurt, aciz, kirli ve şu ana dek yaratılmışların en günahkârı, en bencili olan insanı doğanın mahkemesinde yargılanmak üzere yalnız bıraktı…

B.K 


Son Yazılar

Hepsini Gör
PEYGAMBER DEVESİ

PEYGAMBER DEVESİ Son zamanlarda hep uzaklara bakıyorum. Ayrıntıların silikleştiği yerlere. Bir şehrin veremediği aitlik duygusuna...

 
 
 

Yorumlar


Köprü; kültür, sanat, edebiyat dergisi, Adana\Yüreğir Toki Köprülü Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.

bottom of page